İslâm ahlâk düşüncesinde Fârâbî sonrası İbn Miskeveyh ve Nasîruddin Tûsî ile temayüz eden çizgiyi devam ettiren Adudüddîn el-Îcî’nin (ö. 756/1355) Ahlâk-ı Adudiyye adlı risâlesi, pratik felsefenin (amelî hikmetin) genel ilkelerini özlü bir biçimde yansıtması bakımından oldukça önemli bir eserdir. Bilhassa Osmanlı ve İran ilim çevrelerinde hayli ilgi gören eser, telifi sonrasında şerh ve haşiyelerin ilgi odağı haline gelmiştir. Bu şerhlerden biri de taşıdığı derinlikli felsefî dil ve üslupla dikkatleri üzerine çeken ve diğer şerhlerden ayrılan Alâüddin el-Kâzerûnî’nin Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye isimli eseridir. Eserin içeriğinden anlaşılacağı üzere pratik yaklaşımların yanı sıra teorik temelini irfan düşüncesi üzerine bina eden müellif, ahlâk ilminin konusunun nefsin halleri olduğunu vurgulamış, gayesinin ise nefsin yetkinleştirilmesi olduğunu ifade etmiştir. Kâzerûnî, emaneti yüklenmiş olan insanın, yeryüzünün halifesi olabilmesi ile ilgili olarak iki şeye dikkat çekmektedir: ilmî yetkinlik olan hikmet ve amelî yetkinlik olan kudret. Sûrî ve manevî âlemleri imar edebilmesi bakımından ilahî isimlere mazhar olabilme kabiliyeti olan insanın yetkinliğe ulaşma konusunda meleklerden daha üstün bir mertebede olduğunu belirten Kâzerûnî, ahlâkı ilim ve amel (kudret) temelinde ele almasından da anlaşılacağı üzere bütüncül bir bakışa sahiptir.